√2 gerçek sayı mıdır ?

Burak

New member
Arkadaşlar, baştan söyleyeyim: √2 gerçek sayıdır — ama “gerçek” dediğimiz şeyin ne olduğuna dair ciddi anlaşmazlıklarımız var. Sırf okulda böyle öğrendik diye değil, matematiğin kalbinde yatan bazı derin varsayımlar yüzünden böyle. Bu başlıkta o varsayımları didik didik etmek istiyorum. “Aksiyomları kabul etmişsin, tartışmanın anlamı ne?” diyenlere de peşin cevap: Aksiyomların kendisi tartışmanın ta kendisidir. Buyurun, harareti birlikte yükseltelim.

“Gerçek” dediğimiz şey ne?

“Gerçek sayı” ifadesi günlük dilde “dünya gibi somut” çağrışımı yapsa da matematikte teknik bir sınıftan söz ediyoruz: sıralı ve tam bir alan. “Tamlık” şu demek: Aşağıdan sınırlı her kümeye bir “en küçük üst sınır” (üst sınırların en küçüğü) veriyoruz ve bu sınırın da sistemin içinde olduğunu kabul ediyoruz. İşte √2’nin varlığını güvenceye alan bu tamlık ilkesi. “2’nin karekökü” tanımıyla kastettiğimiz şey, x²=2 denklemini sağlayan pozitif x. Bu x’in var ve tek olduğuna dair güvenimizi sağlayan dayanak, tamlığın kendisi. Kısaca: “Gerçek sayılar” biz öyle tanımladığımız için değil, “öyle bir yapı” kurduğumuz için “gerçek”.

Klasik hat üzerinden: Neden √2?

√2’nin rasyonel olmadığını hatırlayalım: p/q en sade hâliyle √2 olsaydı, p²=2q² olurdu; p² çiftse p de çifttir, p=2k deyip yerine yazınca q’nun da çift olduğunu buluruz; bu da “en sade” varsayımıyla çelişir. O hâlde √2 rasyonel değil. Peki “var” olduğunu nereden biliyoruz? Tamlıktan. Örneğin S={x∈ℚ : x²<2} kümesini alın. Bu küme yukarıdan 2 gibi sayılarla sınırlıdır; gerçek sayılar evreninde S’nin bir en küçük üst sınırı vardır ve o sınırın karesi 2’dir. İşte bu üstün sınırın ta kendisine √2 diyoruz.

Bu yaklaşımın sağlam yanı şu: Tanım ve sonuçlar sıkı sıkıya bağlı, mantıksal zincir temiz. Üstelik sonlu yöntemlerle √2’ye keyfi doğrulukta yaklaşabiliyoruz: Newton–Raphson (x↦(x+2/x)/2) yinelemesi gibi. İlk terim 1.5, sonra 1.414..., sonra 1.4142135... diye gider. Yani “etrafını sayılarla öyle bir kuşatıyoruz ki kaçacak yeri kalmıyor.”

Peki zayıf halka nerede?

Zayıf halka, “tamlık aksiyomunu” hiç sorgusuz kabul etmemizde. Tamlık, sonsuzluğun çok güçlü bir biçimi. “Aşağıdan sınırlı her alt kümeye lütfen bir supremum verelim.” Güzel; ama bu, soyut bir taahhüt. Hiçbir sonlu ölçümle “bütün alt kümelerin supremumu”nu doğrulayamazsınız. Bu yüzden kimi matematik felsefecileri ve sezgiciler (intuitionistler), “varlık” demenin yolunu daha inşacı (constructive) bir yerden kurmak ister: Bana bir Cauchy dizisi ver, yakınsadığını göster, limiti böyle “inşa et”. Hatta daha ileri gidip, “yakınsadığını kanıtlamak için de fiilen bir algoritma göster” diyenler var. Bu pencereden bakınca √2’nin varlığı hâlâ güvenli ama gerekçe değişir: Newton yöntemi gibi açık formüller size “hesaplanabilir” bir yaklaşım verir. Yani “var çünkü supremum var” yerine “var çünkü adım adım üretilebiliyor” dersiniz.

İkinci zayıf halka, “gerçeklik” ile “temsil edilebilirlik” arasındaki gerilim. Bilgisayarlar gerçek sayıları temsil edemez; en iyi ihtimalle aralıklar ya da kayan noktalı yaklaşıklar kullanırlar. Hiçbir makine belleğinde √2 tam olarak yoktur; hep bir kesik hâli vardır. Yani pratikte kullandığımız şey, soyut varlığın gölgesi. “Gölge”yi kullanmakla “Varlık”ı ilan etmek aynı şey mi? Bu, felsefî olarak açık uçlu.

Üçüncüsü, “süreklilik” ile fizik arasındaki ilişki. Doğa gerçekten sürekli mü, yoksa yalnızca modellerimiz mi öyle? Ölçüm hassasiyeti sınırlı; nicelikler, deneyde her zaman bir aralıkla veriliyor. Eğer doğa katman katman ayrık bir yapıya yakınsa (bunu kesin olarak bilmiyoruz), gerçek sayılarla model kurmak mükemmel bir idealizasyon olur, ama “doğrudan gerçekliğin dili” değil. O zaman √2 “gerçekte var olan bir nicelik” değil, “olağanüstü güçlü bir kuramsal araç” olarak kalır.

Dördüncüsü, temel kuram bağımlılığı. Gerçek sayıları genellikle ZF(C) kümeler kuramında inşa ederiz. Burada bile “kimin gerçek, kimin hayal” olduğuna dair cevaplarımız aksiyomlara bağlıdır. Mesela, süreklilik varsayımlarını değiştiren bazı alternatif temel sistemlerde “reel evren”in doğası değişebilir. Yani √2’nin durumu sağlam kalsa da “niçin sağlam?” sorusunun dayanağı aksiyom tercihlerinizdir.

Yaklaşım dengesi: strateji/çözüm ve empati/insan boyutu

Konu teknik görünüyor ama tartışmayı verimli kılan farklı yaklaşım biçimleri. Kimi tartışmacılar stratejik ve problem çözme odaklı olur: tanımı kesinleştirir, kanıtı kurar, örneği üretir. Kimi ise empatik ve insan odaklı ilerler: kavramların öğrencide, toplulukta, pratikte nasıl karşılık bulduğunu, hangi kavramların neden yabancılaştığını irdeler. Bu iki çizgiyi “erkek” ve “kadın” diye özdeşleştirmek indirgemeci olur; bu eğilimler cinsiyetlerden bağımsız, herkes tarafından benimsenebilir. Burada yapmaya çalıştığım, iki hattı da bilinçli biçimde sahaya sürmek.

Stratejik çizgi şöyle konuşur: “Tanım: Tam sıralı alan. Teorem: x²=2 denkleminin pozitif çözümü mevcuttur (tamlıktan). Kanıt bitti. Uygulama: algoritmalar var; hatayı epsilon kadar küçültüyoruz.” Net, keskin, verimli.

Empatik çizgi ise şunu sorar: “Öğrenci ‘gerçek’ kelimesini duyunca neden ‘ölçülebilir, dokunulabilir’ anlamını yüklemeye meylediyor? Neden ‘tamlık’ gibi bir aksiyomu içselleştirmekte zorlanıyoruz? ‘Varsayıyoruz’ dediğimizde kendimizi kandırıyor muyuz, yoksa bilimsel pratikte bu tür idealizasyonlar kaçınılmaz mı?” Bu hat, kavramsal bariyerleri düşürür, topluluk içi erişilebilirliği artırır.

Bu iki hattı bir araya getirdiğimizde daha sağlam bir resim çıkıyor: √2, kuramsal olarak var; kanıtı tutarlı; uygulamada ise her zaman yaklaşıklarıyla yaşıyoruz. İnsan tarafı, bu gerilimi dürüstçe itiraf etmeyi; teknik tarafı ise bu gerilimin nasıl yönetileceğine dair yöntem ve araçlar sunmayı önerir (hata sınırları, aralık aritmetiği, resmî doğrulama, vs.).

Tartışmalı noktalar: mucize mi, mutabakat mı?

— Tamlık “doğanın” mı, “aklın” mı yasası?

— Supremum “var” demek, ölçülebilir bir şeyi garanti eder mi, yoksa yalnızca sembolik bir rahatlık mı sağlar?

— Yaklaşıklarla yaşamak, “gerçek” varlığı meşrulaştırır mı; yoksa pratikte işe yaradığı için kabul ettiğimiz bir topluluk kararı mıdır?

— İnşacı kanıtlar (yinelemeli algoritmalar) varken, “varlık = supremum” demeye gerçekten ihtiyacımız var mı?

— Okullarda “gerçek” kelimesi yerine “tam sayılar ailesi” gibi daha teknik ve yanıltmayan bir dil mi kullanmalıyız?

— Fiziksel dünyanın olası “ayrıklığı” karşısında, reelleri nihai gerçeklik olarak değil de güçlü bir limit idealizasyonu olarak mı anlatmalıyız?

Provokatif sorular (ateşi büyütelim):

• Eğer yarın tüm bilgisayarlar “yalnızca rasyonel” işleyebilseydi, √2’nin “varlığı” ne ölçüde yara alırdı?

• Bir öğrenci “Ben supremum yerine yalnızca inşa edilebilir dizileri kabul ediyorum” derse, onu “yanlış” mı sayacağız, “başka bir matematik yapıyor” mu diyeceğiz?

• Deneysel bilimlerde, ölçüm belirsizliği asla sıfır olmazken, “tamlık”la modellenmiş bir evreni “gerçek” diye sunmak dürüst müdür?

• Matematiğin gücü, dünyayı kusursuz yansıtmasında mı, yoksa dünyayı daha anlaşılır kılan ideal dünyalar kurabilmesinde mi?

• √2’yi “pozitif çözüm” diye tanımlamak, “çözümün orada olduğunu” önceden varsaymak değil mi; yoksa tanımlar zaten böyle mi işler?

Sonuç: Evet, √2 ‘gerçek’; ama ‘gerçek’ kelimesinin altını birlikte dolduralım

Özetle: Standart kuramda √2 gerçek sayıdır; çünkü gerçek sayılar, tamlık aksiyomu sayesinde x²=2’nin çözümünü içerir. Bu iddia, soyut düzeyde taş gibi sağlam; pratikte de hesaplanabilir yakınsamalarla desteklenir. Ancak “gerçeklik” sözcüğünü gündelik anlamıyla yorumlayınca çatlaklar görünür: temsil edilebilirlik sorunları, fiziksel ölçümün sınırlılığı, aksiyomatik bağımlılık, felsefî itirazlar… Tam da bu yüzden tartışmaya değer. Stratejik akıl bu yapıyı verimli kullanmanın yollarını gösterir; empatik bakış ise kavramsal maliyetini dürüstçe konuşur.

Şimdi sıra sizde: “Gerçek” demeyi ne zaman hak ediyoruz? Bir aksiyomu “gerçek” kılan şey nedir: işe yararlığı mı, zorunluluğu mu, mutabakat mı? √2’ye güvenimiz, doğayı anlama cesaretimiz mi, yoksa kendi kurallarımıza olan sadakatimiz mi? Haydi, kavramları masaya yatırıp hem zekâmızı hem vicdanımızı doyuracak bir tartışma başlatalım.